Korkusuz Köylü
Derler ki adaleti ihtişamıyla birlikte söylenen dillere destan Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman Budin seferinden dönüyordu. Önce öncü birlikler geçmiş, ardından yeniçeriler yürümüştü. Edirne’ye varmadan bağlar, arasından geçiliyordu… Doru atının üzerinde, bir ihtişam sembolü gibiydi Muhteşem Süleyman… Padişahını önünden ve arkasından sipahi birlikleri at sürüyorlardı… Yolun iki geçesinde toplanan halk padişahı coşku ile alkışlıyor, dualar ediliyor ve onu yakından görebilmek için adeta yerlerinde duramıyorlardı. Padişah da halkı selamlıyor, güler yüzle mukabelede bulunuyordu… Yolun iki geçesi insan seli, insanların arkasında ise meyve bahçeleriyle tarlalar uzayıp gidiyordu.
Bir ara ne olduysa oldu kalabalık dalgalandı. Muhafızlar o yana yöneldi. Ancak engellenemeyen iri yarı bir köylü bağıra çağıra bir şeyler söylemek istedi. Muhafızlar ve halk adamı geriye alıp, Yüce padişahı rahatsız etmesini önlediler. Bir müddet sonra ileriden bir yerden yine yola fırlayan ihtiyar ve heybetli köylü onca muhafızın arasından sıyrılıp küreğini padişahın atının ayaklarına fırlattı. Atının ayakları zedelenen padişah ürken atının üstünden az daha düşeyazdı. Yalın kılıç muhafızalar ihtiyarın üzerine atılmak üzereyken adaletiyle nam salmış olan Cihan, padişahı onları durdurdu. İhtiyarı yanına çağırıp kendisiyle konuşmak istedi. Vezirler ve kumandanlar bu gözü kara köylüden ürkmüşlerdi. Padişaha, bu köylünün bir zarar verebileceğinden endişe ediyorlardı. Kanuni Sultan Süleyman ki, otuz beş şövalyenin suikastini tek başına bertaraf etmiş bir bahadırdı. Güdü. Vezir ve kumandalarına: ‘’ Bre, bilmez misiniz ki biz Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman hanız. Ve dahi, bizim için korku denen şey muhaldir… Hem benim halkımdan bana zarar gelmez. İsteseydi elindeki küreği adımını ayaklarına atacağı yerde kafamıza da atabilirdi. Badehu bırakın gelsin, onun bir derdi vardır elbette diye ekledi. Asker ve muhafızlar tetik durmakla birlikte ihtiyarı salıverdiler.
Mehabetli gövdesiyle sallana sallana gelip padişahın atının yularını tutan ihtiyar köylü. Selam aleyküm ya Cihan padişahı dedi. Padişah ihtiyarın selamını aldıktan sonra sertçe sordu. ‘’Bre ihtiyar derdin nedir? Tiz söyle!.. ‘’Köylü, gözleri çakmak çakmak konuştu: ‘’Derdimiz yoktur Sultanım. Şikayetimiz vardır…. ‘’Peki… Nedir şikayetin? Ve kimdendir?.. Köylü sesini Cihan padişahının sesine göre ayarlıyordu, padişahın sesi yükseldikçe onun da sesi yükseliyordu. Şikayetimiz şudur, devletlüm. Senin askerlerinden bir kısmı azgın atlarını zapt edemeyip benim bağımın içimden geçti. Meyve ağaçlarım zarar görmüştür. Yıl boyunca bu ihtiyar halimle elimde kürek, eser deşerim bağımı… Su arklarında iki büklüm çalışırım… Ya küreğin hakkını verirsin, ya da… ‘’Herkes hayret ve dehşet içindeydi… Padişah, gülümsedi. ‘’Bre ihtiyar dedi. Elindeki küreğini Cihan padişahının atının ayaklarına savurup dizginlerini bileğine dolar kendisinden hesap sorar. Bu nice iştir. Korkmaz mısın gazabımızdan. Onca insan seli ölü bir deniz gibi durmuştu. Nefes bile alamıyordu kimse… Bu sessizliğin ortasında ihtiyarın gür sesi bir Tufan gibi patladı: ‘’Ne korkacağız, bre sultanım? Bir candır. Allah vermiş, Allah alır… Hakkımız ketmedilmiş, hakkımızı isteriz. Ne var bunda? Ya küreğimin hakkını verirsin ya da? Cihan padişahı, Kanuni Sultan Süleyman halden hale geliyordu. ‘’Bre ihtiyar, ikide bir ya da deyip durursun. Ya da ne yaparsın söyle bana ya da ne yaparsın? Diye kükredi. Ihtiyarın sesi padişahın sesini bastırdı ve ne bağırırsın bre sultan burası dağ başı mı? Bu topraklar Sultan Süleyman’ın kanunnamesinin geçerli olduğu Osmanlı toprağı değil midir yoksa?.. Ya küreğin hakkını verirsin ya da seni şikayet ederim. Son sözüm budur. Muhteşem Süleyman bu sözlerin ateşinde eriyip tükendi sanki. Peki beni kime şikayet edeceksin be adam? Köylü atın dizginlerine bileğini iyice dolarken, önce adaletine inandığım Kanuni Sultan Süleyman’a, yani sana. Senden adalet bulamazsam, padişahlar padişahı olan yüce Mevla’ya havale edeceğim. Tiz küreğimin hakkını teslim eyle!.. Ve adamın kürek hakkı verilerek, gönlü alındı… Osmanlı buydu işte…